
Orta vadede Türkiye ile İsrail arasında belirli ölçekte bir çatışmanın yaşanması artık uzak bir ihtimal değil. Bölgesel dengeler, iki ülkenin politikaları ve küresel ittifakların dinamikleri, böylesi bir senaryoyu gittikçe daha görünür kılıyor.
İsrail’in savaş stratejisinde düşman ülkenin liderlerini hedef alarak etkisiz hale getirme alışkanlığı var. Bu yöntem, geçmişte birçok örnekte görüldü ve İsrail’in askeri doktrininin ayrılmaz bir parçası haline geldi. Böyle bir durumda Türkiye’nin de misilleme seçeneklerini masada tutması, caydırıcılık açısından kaçınılmaz görünüyor.
Burada kritik unsur, Türkiye’nin NATO üyeliği.
Türkiye NATO’da olmasaydı, bugün İsrail’le doğrudan bir savaş ihtimali çoktan gerçekleşmiş olabilirdi. NATO’nun Türkiye’yi koruduğu için değil; Türkiye’nin bu ittifakta yer alması, İsrail’i caydırıcı bir faktör olduğu için.
Çünkü olası bir saldırıda NATO’nun sessiz kalması, ittifakın fiilen kendini inkârı anlamına gelir. NATO’nun kuruluş amacı, üyelerden birine saldırı olduğunda ortak savunma refleksi göstermektir. Türkiye’ye yönelik bir saldırı karşısında NATO’nun pasif kalması, yalnızca Ankara’yı değil, tüm ittifakı temelsiz bırakır. Bu da NATO’nun tarihsel misyonunun ve güvenilirliğinin sonu olur.
Olası bir Türkiye–İsrail savaşında, yalnızca iki ülkenin değil, bütün bölgenin ve hatta Batı ittifakının geleceği sorgulanacaktır. Bu savaş, sadece askeri cephede değil, diplomasi masalarında, ekonomi ve enerji hatlarında, uluslararası kamuoyunun algısında da verilecek bir mücadeleye dönüşecektir.
Türkiye, böyle bir tabloda yalnızca kendisini savunmayacak; aynı zamanda NATO’nun güvenilirliğini ve bölgesel dengelerin yeniden şekillenmesini de belirleyecek bir pozisyonda olacaktır.
Kısacası, önümüzdeki yıllarda Türkiye–İsrail hattındaki gerilim, bölgesel krizlerden bağımsız düşünülemez. Bu sürecin sonunda ya diplomasi masasında yeni dengeler kurulacak ya da kaçınılmaz bir çatışma, tarihin akışını değiştirecektir.
Kaynak: Şah Mat sayfası